Polen Ekoloji Enstitüsü

MÜCADELE KAZANDIRIR

Çalışmayı pdf olarak indirmek için tıklayın.

ÖRGÜTLENDİLER,

MÜCADELE ETTİLER, KAZANDILAR

ÖRGÜTLÜ HALK YENİLMEZ

2019-2023 ekolojik kazanımlar

– Polen Ekoloji Enstitüsü –

Bugün 5 Haziran Dünya Çevre Günü.

Dünya Çevre Günü, İsveç’in Stockholm kentinde 1972 yılında düzenlenen Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’ndan bu yana her yıl 5 Haziran’da çevrenin korunması konusunda dünya çapında farkındalık yaratmak ve eyleme geçmek amacıyla kutlanmaktadır!

Yarım asırdan fazla zaman geçmesine rağmen Birleşmiş Milletler çatısı altında sürdürülen Çevre Konferansları, “iklim anlaşmaları” ve diğer müzakereler, tam olarak şirketlere yeni kârlı sektörler (karbon ticareti), yeni mali piyasalar (yeşil fonlar), yeni emperyalist rekabet (yeşil dönüşüm) ve paylaşım alanları (derin okyanus madenciliği, kutupların paylaşılması, çöller, yeni maden coğrafyaları) yaratmaktan başka işe yaramadı.

Emperyalist kapitalist devletlerin mutlak tahakkümünde olan bir BM’den de başka hiçbir şey beklenemez.

BM Çevre Konferansları yapılmaya başlandığı 1972’den beri yeryüzünde daha fazla orman kaybı yaşandı. Fosil yakıt kullanımı ve karbon emisyonları hızla arttı. Artık her ay/yıl, bir önceki ay/yıldan daha sıcak geçiyor ve aşırı sıcaklar her geçen gün şiddetlenerek artmaya devam ediyor. En büyük karbon yutağı okyanuslardaki atıklar 7. Kıta’yı oluştururken mikroplastikler besinlerin bir parçası olarak her yerdeler. Türlerin yok oluş hızı artmaya devam ediyor. Endüstriyel tarım, zehirli gıda üretim sektörü haline geldi; kanser ve diğer hastalıklar yaşamın kaçınılmazları haline geldi. Sermaye emek gücünü satmak dışında seçeneği olmayanlara hayatta kalmaları için sağlıklarını kaybetmeyi dayatıyor.

BEKLEDİĞİMİZ KURTARICI BİZİZ

Dünya ekoloji hareketi artık kendi tarihini yazmak için örgütleniyor. Sorunu yaratan kapitalizmin üst kurumlarının sorunu çözmeyeceği, BM veya şirketlerce desteklenen STK’ler tarafından üretilen hegemonik yeşil siyasetin kapitalizmi yeşile boyamaktan ibaret olduğu artık daha fazla insan tarafından anlaşılıyor. Kapitalizmi yıkmak ise onu yeşile boyamaktan daha ucuz! Kapitalizm yeşile boyanmaya çalıştıkça kan kırmızısı akıyor nehirler!

Peki tepeden tırnağa silahlı devletleri, özel güvenlik şirketleri, emirleri altında milyonlarca gazetecisi, “bilim insanı”, psikolojik savaş uzmanı, “bindirilmiş kıtaları” ve astronomik para gücü olan sermayeye karşı biz ne yapabiliriz ki!

Yaptırmayabiliriz!

Atıklarıyla bedenlerimizi, havayı, suyu, toprağı, ormanları, nehirleri, bütün canlılığı kirleten, hasta eden, katleden, yok eden, artık yaşamın kök hücrelerini dahi kurutarak semiren bu felaket makinelerini durdurabiliriz.

Dünya Çevre Günü’nde bu sefer sermayenin yarattığı kıyamet alametlerini değil örgütlenerek, direnerek, emirlerine amade devlet gücüne rağmen, küresel ve yerli şirketleri durduran küçük insanların, ölçeği küçük değeri büyük kazanımlarını göstermeyi tercih ediyoruz. 

Türkiye’de son 5 yılda örgütlenerek direnerek toprağını, suyunu, ormanı şirketlerin yıkımından kurtaran ekoloji hareketinin başarılarının altını çiziyoruz. 

Örgütlü mücadele, şirketlere ve onların hizmetindeki devlet gücüne yaptırmamak, bizim gerçek acil çözümümüzdür. Sınıflar mücadelesi tarihinden beslenerek kendi örgütlerini yaratan mücadele bir okuldur. Sermaye hayat ağlarının her bir zerresine nüfuz etmeye çalışırken her bir zerredeki direniş yeni ekolojik, sınıfsız, sömürüsüz bir yaşamın ilmekleri haline gelir.

Neden Son 5 yıl

Mücadele Kazandırır çalışmamız, sadece son 5 yıldaki mücadeleleri ve kazanımlarını ele alıyor.

Geçen 5 yıl, “torba yasalar”, KHK’ler eliyle Anayasa ve yasaların şirketlerin çıkarları doğrultusunda düzenlendiği, yorumlandığı, yeri geldiğinde es geçildiği, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi en üst yargı organlarının, Danıştay ve diğer mahkemelerin kararlarının kolluk güçleri tarafından kaale alınmadığı, her türlü hak arayışının polisiye güçle bastırıldığı, demokratik kitle örgütleri üzerinde mâli baskıların arttırıldığı, milletvekilleri dahil sokakta her an işkenceye maruz kalındığı, tutsaklara işkence vakalarının arttığı, gözaltılar, uzun yargılama ve tutukluluk halinin olağanlaştığı, belediyelere, üniversitelere kayyımların atandığı, bir “olağanüstü hal rejimi” altında geçti.

Sıkça bahsi geçen “felaket kapitalizmi”nin ağırlığını hissettirmesine gerek kalmadan yaşanan siyasi krizler, temelleri sarsılan devleti, bu rejimi kalıcı bir yönetim biçimi haline getirmeye itti. Ekolojik felaketler doğrudan siyasi rejimin bir sonucu olarak katmerlendi.

Bu beş yıl içinde küresel bir ekolojik felaketin bir semptomu olarak gelişen Covid-19 pandemisine maruz kaldık. Pandemi karşısında devletler, “sosyal mesafe” gibi son derece ideolojik bir yaklaşımla başta yaşlıları evlere, işçileri fabrikalara hapsederek ve hali hazırda süren ekonomik krizin yükünü halkın sırtına yıkacak fırsat olarak kullandılar, her türlü eylem yasaklandı, denetim ve disiplin aygıtları geliştirildi. Fakat ihaleler, şirketlerin faaliyetleri kesintisiz devam etti.

İşte bu faşist baskı koşullarında bile örgütlü mücadeleler sonucunda küçük büyük zaferler elde edildi.

En olumsuz koşullarda bile mücadele kazandırdı.

Kazanımdan ne anlıyoruz?

Şirketlerin hücum ettiği yeryüzünün en ücra köşelerinde verilen yerel mücadelelerin kazanımlarının birçok boyutu vardır.

Projenin iptali,  “yürütmenin durdurulması”, “ÇED Olumlu” ya da “ÇED Gerekli Değildir” kararlarının iptali ile şirketin faaliyete başlamasının geciktirilmesi, projenin vereceği zararın azaltılması, sınırlanması, halkın bilinçlenmesi ve örgütlenmesi, benzer projelerin açılmasının engellenmesi bu kazanımların en temel olanlarıdır.

Mücadelenin dolaylı kazanımları ise, bu örgütlenmelerin daha büyük kitle mücadeleleri için bir zemin, bir hafıza olması; toplumun politikleşmesi, siyasal mücadeleye hazırlanması gibi daha az elle tutulur bir mayalayıcılık rolü oynamasıdır. 

Bir mücadelenin kazanımla sonuçlanması politik, hukuki mücadele ve fiili direniş düzeylerinde örgütlenme gücüne bağlıdır.

Politik düzeyin sadece iktidara (yerel ya da merkezi iktidara) karşı çıkmak olarak darlaştırılmaması gerekir. Faili bir şirket, belediye ya da hükümet olan bir projenin farklı ölçeklerde (projenin uygulandığı alan, il, bölge ve diğer ölçeklerde) farklılaşmış etkilerine maruz kalan bütün yurttaşların projenin engellenmesi için harekete geçirilmesi esas politik görevdir.

Herhangi bir proje, hava-su-toprak kirliliği yaratma, ekosistem kaybına neden olma, “acele kamulaştırma” veya başka bir yolla mülksüzleştirme gibi etkiler nedeniyle direkt etkilerde bulunduğu gibi bu etkilerin kümülatif sonuçları daha büyük ölçekte bütün canlıları ve dolayısıyla bütün insanları etkileyebilir.

Bu etkiler sadece çevresel etkiler değil aynı zamanda ekonomik ve politik etkiler de olabilir. Örneğin tarım havzalarında kirlilik yaratan bir proje, o havzada üreticilerin tarımdan vazgeçmelerine, üretilen gıdanın kirlenmesine vb. neden olacağı için bunun dolaylı etkilerini başka kentlerde yaşayan tüketiciler, yani başka kentlerin üreticileri de yaşayacaktır.

İliç Çöpler Madeninde son yaşanan siyanürlü liç heyelanı sadece ilk anda altına aldığı 9 işçi ve aileleri için değil, kısa ve uzun vadede bütün Fırat havzası için çevre ve halk sağlığı felaketleri yaratacak. Bu nedenle mücadelenin politik ayağı bir projenin direkt, dolaylı ve kümülatif etkileri göz önünde bulundurularak bütün ölçeklerdeki etkilere maruz kalanların örgütlenmesini, harekete geçmesini hedeflemelidir.

Sadece yıkımın etkileri bakımından değil, yıkımın faili olan şirketin aynı zamanda birçok farklı sektörde (kültür, eğitim, sağlık sektörleri de dahil) faaliyetinin olması, bütün bu faaliyetlerinde birçok taşeron şirketle ve uluslararası tekellerle olan çıkar ve meta ağları olması bütünlüğü nedeniyle de mücadelenin failinin bu ağlardaki bütün mağdurları harekete geçirecek stratejiler geliştirmesi gerekir.

Mücadelenin öznesi ancak bütün bu ağlar üzerinden tanımlanabilir.

Mücadelenin hukuki ayağının direnişin en ironik tarafı olduğunu kabul etmek gerekir. Hukuk dışılığın norm haline geldiği bir yerde/zamanda hukuk mücadelesinin anlamı nedir?

Bütün toplumsal mücadeleler önü sonu siyasal ve hukuki düzeyde kazanımlarını kayıt altına almayı hedefler. Yazılı hukukun “üstünlüğü”, en çok birbiriyle rekabet halinde olan şirketlerin rekabet ve çıkarlarını güvence altına alınması için gereklidir.

Hukuk mücadelesi, Türk hukuk sisteminin temel özelliğinin, yasaların karşıt yorumlara açık olması, bütün hak ve özgürlüklerin “ama”, “fakat” gibi ek maddelerle sınırlandırılması gerçeğinden dolayı, sokaktaki mücadelenin hukuk alanında da tecelli etmesi anlamına gelir ancak. Anayasa ve yasalarda hâlâ soyut ve genel bir çevre hakkı ve doğa koruma maddeleri vardır. Bununla birlikte bu yasalar “milli menfaat”, “kamu yararı”, “stratejik sektör”, “kalkınma” gibi birçok gerekçeyle de sınırlandırılmıştır. Diğer taraftan “hukukun etrafından dolanma” olarak adlandırılan, mahkemelerin verdiği kararların, durdurulan projelerin, birkaç kelimelik değişikliklerle tekrar tekrar aynı ya da başka bir şirkete verilmesi durumu oldukça yaygın bir uygulamadır.

Bütün bunlara rağmen, adliye koridorlarındaki mücadele, “bir yurttaş olarak haklarım var ve bunlar mahkeme eliyle kamusal düzeyde korunsun” demektir. Bu bireyin kamusal bir özne olarak kendini ortaya koymasının bir biçimidir.

Adliye koridorlarında süren mücadelenin seyrini, hızını ve sonucunu belirleyen ise, elbette ki davaya sahip çıkan, kararın “yüksek yargı”dan değil, kendi örgütlü, kararlı mücadelesinden çıkacağının bilinciyle hareket eden halktır. Halkın sahip çıkmadığı, bazı profesyonel STK’ler ya da iyi niyetli avukatların açtığı davalar süre olarak uzun sürdüğü gibi birçok durumda olduğu uygulama gücü de bulamamaktadır. Bu yüzden ancak ve ancak örgütlü halk mücadelesinin bir parçası olarak hukuk mücadelesi bir anlam ve başarı kazanabilmektedir.

Mücadele, bir güç ilişkisidir. Her halk mücadelesi zaferle sonuçlanmayabilir. Ama halk mücadelesi olmadan hiçbir zafer elde edilemeyeceği açıktır. Politik, hukuki ve fiil direnişi yerine, zamanına uygun olarak kullananların zafer elde etmesi büyük bir olasılıktır. Fakat bütün bunlara rağmen bir direnişin yenilmesi ve şirketin projesini başlatması da olasıdır.

Bir yerel ya da ülkesel direnişin, isyanın yenilgiyle sonuçlanması, direniş sürecinde edinilen bilinç, eylem ve örgütlülük deneyimini ortadan kaldırmaz. Mücadele birikimsel bir süreçtir, tarihseldir ve dolambaçlıdır. Başka yerlerde, başka zamanlarda bu deneyimin dersleri her zaman yol göstermeye devam eder. Yeni hareketlerin tekrarın döngüsüne düşmesine engel olur. Bu yüzden yaşanan her bir eylemin, direnişin, örgütlenmenin çıkardığı deneyimin örgütsel ağlar dahilinde paylaşılması son derece önemlidir.

Çalışmanın Sınırlılıkları

Çalışmanın kapsamı son 5 yıl ile sınırlandırıldı. Ayrıca çevre mücadelesi ile ilgili bilgi kaynakları çeşitlilik göstermesine rağmen bir sınırlamaya gitmek durumundaydık. Bu sınırlılıklar içinde kazanımla sonuçlanan toplam mücadele sayısını

• İptal edilen ÇED

• İptal edilen “ÇED Gerekli Değildir” kararı

• İptal edilen proje sayısı (nazım ve imar planı iptalleri, “acele kamulaştırma”nın iptali, vb. dahil)

• Fiili direniş ile ÇED Toplantısı yaptırmama

• Yürütmeyi Durdurma

gibi kriterler üzerinden nicel hale getirmeye çalıştık.

Veriler toplanırken gazete haberleri esas alınmış olup kazanımların hukuk tekniği bakımından değil, haber dili ile ifade edilmesi kategorilendirme bakımından da bir sınırlılık getirmiştir. Hukuki verilerin eksik olması ve tamamlanmasının erişim sorunu nedeniyle mümkün olmamasından dolayı çalışmada yer alan “ne oldu” kategorisine en uygun biçimde yansıtılmış, haberde sonuç ne şekilde belirtildiyse aynen korunmuştur.

Bu açıdan başka sınırlılıklarla karşılaştığımızı da belirtmek isteriz. Örneğin, ÇED izni iptal edilen her bir projenin müstakbel yıkımın büyüklüğüne dolayısıyla projenin durdurulması ile yıkımdan kurtarılan orman, tarım vb. alanlarının büyüklüğüne dair bilgileri elde etmek mümkün olmadı. Bazı durumlarda buna gerek olmadığını da düşünüyoruz. Sorunu niceliksel olarak ölçmek yerine mücadelenin önemini vurgulamak istiyoruz.

Kazanımların kalıcılığı konusu elbette ayrı bir inceleme konusu. Çalışma son 5 yılı kapsadığından şirketlerin zamana yayarak dayatma, direnişe proje takviminde adeta inşa süresi gibi bir süre biçme gibi “akılları” sürecin halen devam ettiği bilgisini bize veriyor. Her bir haber aynı zamanda sermaye ağlarının izini süreceğimiz bir “uyanık” kalma çağrısıdır.

Bir “dünya lideri”nin dediği gibi, “Zaferin büyüğü küçüğü olmaz.” Tırnak altına giren kıymığın acısını düşünün!

ÖZEL BİR ZAFER: KAZDAĞI’NDAN ALAMOS GOLD DEFEDİLDİ

Kazdağı’nda Kirazlı Balaban tepesinde Kanadalı maden şirketi Alamos Gold şirketinin ruhsatını aldığı siyanürlü altın madenciliği projesi için yaklaşık 300 bin ağacın kesilip, yüzey toprağın sıyrılması sonucu çıplak kalan ormanlık alan görüntülerinin ortaya çıkmasıyla 26 Temmuz 2019’da başlatılan “Su ve Vicdan Nöbeti” adıyla başlayan Kazdağları Direnişi tam 425 gün sürdü. “Kazdağları Hepimizin”, “Talancı Alamos Defol” sloganıyla kar, kış demeden 7/24 Kirazlı Balaban tepesinde sürdürülen nöbet eylemi ve onun etrafında örülen dayanışma birçok açıdan önemli deneyimler dersler içerir.

Direniş 26 Temmuz 2019 tarihinde, Su ve Vicdan Nöbeti Komitesi tarafından gerçekleştirilen çağrı ile başladı. Komitede ilk başta Çanakkale Belediyesi’nden başkan yardımcıları ile İda Dayanışma Derneği yönetici ve üyeleri vardı. Fakat Komite, Fazıl Say’ın 18 Ağustos 2019’daki konserinden sonra çadırlı nöbeti sonlandırma kararı aldı ve alanı boşalttı. Ancak ülkenin dört bir yanından desteğe gelen yaşam savunucuları, yaptıkları forumlarda çadırlı direnişi sürdürme kararı verdi. Nöbet alanında kalanlar Her Yer Kazdağları adıyla bir yapılanma oluşturdu.

Her Yer Kazdağları ya da Kazdağları Her Yer ise, direnişin öznesi de ormanı yok eden bu sistemin mağduru herkesti ve mekanı da her yerdi. Direnişin sürmesi ve kamuoyunun desteğinin sağlanması için İstanbul’da yaşayan ve Kirazlı Altın Madeni nöbetine katılan ve aktif destek verenler de bir araya gelerek Kazdağları İstanbul Dayanışması’nın oluşturulması bu yönde atılmış bir adım oldu. KİD, İstanbul’un her yerine Kazdağlarındaki direnişin sesini taşıdı. Her yerde nöbete destek eylemleri yapıldı, destek ziyaretleri düzenlendi.

Nöbeti sürdürenlere para cezaları kesildi. Çanakkale Orman İl Müdürlüğü ve Çanakkale Valiliği, Pandemi öncesi yaklaşık 10 kişiye, ‘gece ormanda konaklama’ kabahatinden günlük 150’şer TL para cezası verdi.

Ardından Covid-19 Pandemisi gerekçe gösterilerek, nöbetçilerin alanı tahliye etmesini istedi. Maden şirketinin çalışmaları ise sürmekteydi. Nöbetçiler, alanı bu şartlarda terk etmeyeceklerini belirtti. Bunun üzerine orada bulunanlara kişi başı 3180 TL olmak üzere 4 gün üst üste toplamda 70 bin 840 TL idari para cezası kesildi. Ardından tüm illerde bayram süresince sokağa çıkma yasağı nedeniyle her gün için 800 lira idari para cezaları kesildi.

Pandemi yasakları bahanesiyle direniş alanına ziyaretler engellemeye çalışıldı. 1 Haziran 2020 itibariyle salgın önlemleri gevşetilmesine rağmen 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde de, Su ve Vicdan Nöbeti’nin maden kapısındaki basın açıklamasına şehirden katılım engellendi.

Nöbetin birinci yılı vesilesiyle 25 Temmuz 2020 Cumartesi akşamı meşalelerle Çanakkale merkezde; 26 Temmuz 2020 Pazar günü ise Kirazlı Balaban’da yapılmak istenen valilik tarafından yasaklandı. Su ve Vicdan Nöbetçileri polisin sert müdahalesiyle karşılaştı. Gözaltına alınan 20 eylemci, sabaha karşı 05.00’da serbest bırakıldı. Eylemlere destek olmak için İstanbul’dan gelen çevrecilerin şehre girmesine izin verilmedi.

22 Eylül 2020’de, nöbetin 425. gününde sabahın erken saatlerinde düzenlenen jandarma baskını ile nöbet tutanlar alandan zorla tahliye edildi. Her Yer Kazdağları grubundan 4 kişi, merkez jandarma komutanlığına götürüldü. Ancak kendilerine gözaltı işlemi uygulanmayan 4 isim kısa bir süre sonra serbest bırakıldı. Jandarma, alanı tahliye ettikten sonra, yaşam savunucularının tadilattan geçirerek kışları ısınmak için kullandığı eski orman deposu olan metruk binayı da yıktı.

26 Temmuz 2019-22 Eylül 2020 arasında nöbet eylemi etrafında yüzlerce eylem gerçekleştirildi. Politik, hukuki ve fiili mücadele bir bütünlüklü olarak gerçekleştirildi. Sokaklar, adliye koridorları, parlamento ve bürokrasi koridorları, medya… Sendikalar, meslek örgütleri, kadın örgütleri, yöre dernekler, muhalif partiler, hukukçular, gazeteciler, milletvekilleri… Alamos Gold’a karşı verilen mücadele “memleket meselesi” haline getirildi.

Ve sonunda Alamos Gold’un izin iptal edildi, iş makinaları tahliye edildi, proje alanı, Orman Bölge Müdürlüğü’ne geçirildi ve alanın rehabilitasyonu için bütçe ve ödenek planlaması başlatıldı.

NE KAZANDIK

Çalışmada elde edilen verilerin derlenmesiyle oluşan sonuçlar “Kazanımlar” görselindeki gibidir. Buna göre en az 32 bin hektarın üzerinde tarım alanı, 16 bin hektarın üzerinde orman alanı talan edilmekten kurtarılmıştır. Yine farklı aşamalarda projelerin durdurulmasıyla en az 1600 hektar SİT alanı, 80 hektar mera alanı ve 24 hektar sulak alan “şimdilik” korunmuştur.

Peki bu kazanımlara hangi hukuki ve fiili mücadele aşamalarında ulaşıldı? “Alınan sonuçlar” görseli projelerin soldan sağa doğru ilerleyen aşamalarının hangisinde kazanımın elde edildiğini göstermektedir. En çok kazanımın sağlandığı “ÇED gerekli değildir” ve “ÇED olumlu” kararlarının mahkemelerce iptal edilmesi bir bakıma daha önceki aşamalarda yaşanan zorlanmayı, mücadele düzeyinin önceki aşamaları kazanmaya yetmediğini gösteren önemli bir işarettir. Zira, bu aşamada hukukun askıya alındığı, projelerin karar tanınmaksızın fiilen devam ettirildiği vakalara da sıkça rastlanılmaktadır.

Olağanüstü hal koşullarında elde edilen bu başarıların değeri çok yüksektir.

Bu beş yıl içinde, yasa değişikliği yapılarak, zeytinliklerin madencilik faaliyetine açılması girişimi en az iki kez engellendi.

Kazdağı siyanürlü altın madeni ve diğer yeni maden ocakları açılmaktan kurtarıldı.

Başta İstanbul olmak üzere tüm Marmara’yı etkileyecek Kanal İstanbul Projesi’ne başlanması engellendi.

Sadece Muğla’da yaklaşık 10 km uzunluğundaki kıyı alanı yapılaşmadan kurtarıldı.

İstanbul’da betonlaşmanın ortasında bir vaha olan Validebağ Korusu yapılaşmadan kurtarıldı.

Amasya’da Çambükü köyündeki 1000 dönümlük tarım alanı OSB ile yok edilmekten kurtarıldı.

Aydın’da onlarca köy ve tarım alanı JES’lerle kirletilmekten kurtarıldı

Eskişehir’de orman, mera ve tarım alanı olan Alpu ovası termik santral ve kömür ocağı olmaktan kurtarıldı.

Durdurulan HES projeleriyle vadiler, dereler tarumar edilmekten kurtarıldı.

Bu küçük başarıların hepsinin toplam dolaylı etkileri çok daha büyüktür. Yaptırılmayan, yapımı geciktirilen, yürütmesi durdurulan her proje, küresel iklim değişikliğine karşı acil çözümdür. Yok edilmekten kurtarılan her orman parçası, kirletilmesi ve gasp edilmesi engellenen her dere, her mera parçası, tarım alanı şirketlerin doğayı ölü birer metaya çevirmesine karşı birer settir. İklim krizine karşı acil planımız “yap-tır-ma-mak”tır.

KAZANMAK İÇİN ÖRGÜTLENME

Son yıllarda hâl-i pür melalimizden bahsetmeye çok alıştık. Konjonktürün miyoplaştırıcı etkisi ana odaklanan mücadele içindekileri etkisi altına alabiliyor. Oysa sınıflar mücadelesinde her dönem, her koşulda geçerli başarı kriterleri yoktur. Tarihsel süreçler belirleyicidir.

İçinde bulunduğumuz süreç kapitalizmin küresel çapta istikrara kavuşamadığı, çelişkilerinin sınırına dayandığı bir dönemi imliyor. Küresel ekolojik çöküş, iklim değişikliği, coğrafyamızın ağır talanı önüne tamamen geçemediğimiz “bizim felaketlerimiz” olsa da kapitalizmin kârlılığını koruyacağı, krizini “yönetilebilir” kılacağı zemine dönüşebiliyor.

Ama diğer yandan çürüyen, zombileşen kapitalizm daha fazla kan, kir ve pislik akıtmak için azgınca saldırsa da, şuursuzlaştırıcı emek rejimleri, gözetim-denetim toplumunu ve yeni faşist hareketlerini devreye soksa da toplumsal mücadeleleri bastıramıyor. Halk isyanları, ayaklanmalar çoban ateşi gibi bölgeleri tutuşturuyor.

Farklı coğrafyalardaki devrimci mücadeleler, örgütlenmeler tam da artık düzeni toptan reddetme eğiliminin ağırlık kazandığı bu kitle hareketleri üzerinden yükseliyor, kendini yeniliyor, çağın koşullarına uyduruyor. Kitlelerin kendiliğinden öfkesi, arayışı hızla mekanın sınırlarını aşıyor, yerel olan küresele, küresel olan yerele dönüşüyor. Hareketler birbirinden hızla öğreniyor. Kazanıma giden yola, o yolu açmaya odaklanılmış; taktik çeşitliliğini sağlamış; mücadele tarihinde ortaya çıkan tüm araç-biçimleri bir orkestra yönetir gibi kullanımına sokmuş mücadelelerin ezilenlerin tarihine, yeryüzüne tutunmak üzere derin kazıklar çaktığı görülüyor.

Türkiye’deki ekoloji hareketindeki yerelcilik, siyaset üstücülük, tekil konu/proje odaklılık gibi zaafların aşılması konusunda tam da bu çalışmada sunulan verilerin ışığında arayışların yoğunlaştığına, adım adım biriken mücadele deneyimlerinin yeni kuşak ekoloji militanlarını ortaya çıkardığına şahit oluyoruz. Mücadelelerin kazanılmasında doğal halk önderlerine dönüşen bu ekolojistlerin hareketin örgütlenmesine daha fazla kafa yorduğunu, kendiliğinden kitle bilincinin doğayı anlama, doğayla bütünleşme bilinciyle büyük bir sıçrama yaşayarak yeni politik özneler ortaya çıkardığını görüyoruz. Yine irili ufaklı her mücadelenin, her kazanımın kitleleri birer demokrasi okulundan geçirdiğini, önceki yılların donuklaşmış, tabeladan ibaret kalmış yapılarını mücadele dışına iterek tabandan yeni inisiyatiflerin ortaya çıktığını görüyoruz. Sermayenin coğrafyadaki ağlarına, ilişkilerine daha hakim, hedefini ve menzilini daha doğru tespit eden örgütlenmelerin başarıya daha yakın olduğu bu yenilenme sürecinin verisi olarak önümüzde duruyor.

Gençliğin, emekçi köylülüğün iklim değişikliği, mülksüzleştirme ve yoksullaştırma saldırılarına karşı gelecek kaygısının onları aciliyete, felaketçiliğe, ehven-i şere sürüklemesinden çok, sorunlarının çözümü için yer yer düzeniçi uzlaşmalara da götüren taktik ve ittifak arayışlarının belirleyici olduğu mücadeleler ve kitle örgütlenmeleri öne çıkıyor. Sosyal medyayı, iletişim kanallarını iyi kullanan, farklı toplumsal kesimleri konu etrafında saflaştırmaya, tutum aldırmaya, harekete geçmeye iten, hak ve adalet temelli çalışmalar artık farklı sınıfsal katmanların mücadeleleri bakımından ortak özelliklere dönüşmüş durumda.

Gezi’nin açtığı bir dönemde, Gezi’nin yıldönümünden geçerken bu 5 Haziran’da bunlar üzerine daha fazla kafa yormanın, kazanmak için örgütlenmenin tam zamanı. Koşullar rüzgarı beklemek için değil, rüzgar yaratmak için uygun.

ÖRGÜTLENİRSEK ŞİRKETLERİ YENEBİLİRİZ!

EKOLOJİK BİR YAŞAMI KURABİLİRİZ!

EK: Kazanım Tabloları