2-3 Kasım’da Polen Ekoloji Kolektifi’nin bileşen olarak organizasyonunda yer aldığı çalıştayda ilan edilen kampanyada çalıştayın açılış konuşmasını Polen Ekoloji Kolektifi’nden Levent Büyükbozkırlı yaptı.
Değerli dostlar, kapitalizme karşı doğayı ve yaşamı savunanlar;
‘Yaşam Altından Değerlidir’ çalıştayına hepiniz hoş geldiniz.
Doğal varlıklar ve yaşam alanlarımız üzerindeki baskının, emek ve doğa sömürüsünün, anti-demokratik uygulamaların ülkede ve dünyada gündelik olaylar haline geldiği; her geçen yıl ekolojik saldırıların daha da arttığı bir dönemdeyiz. Sermaye ve şirketlerin sahibi olduğu saldırıların ezilen emekçi halkların yaşamını her yönüyle alt üst ettiği bu zorlu dönemde bir araya gelmemiz mücadeleye güç veriyor.
Türkiye’de altın madenciliğinin 20 yılı aşan bir geçmişi var. 2001 yılında halkın direnişine rağmen ‘kalkınma, ekonomik büyüme, zenginleşme’ gibi politik argümanlarla İzmir-Bergama’da ilk altın madeni işletmeye açıldı. Bugün bu sayı 22’ye ulaşmış durumda ve hemen her projede aynı anlayış ve işleyiş karşımıza çıkıyor:
Çevresel Etki Değerlendirme sürecini çabucak tamamlamak için proje alanı 25 hektarın altında gösteriliyor. ÇED olumlu kararı alan altın madeni hızla işletmeye açılıyor. Maden, önce proje alanındaki doğayı yok ediyor. Ardından peş peşe kapasite artırımlarıyla yapılan kazılar ruhsat alanını kaplıyor ve sınırlı alanda başlayan faaliyet mega-madenciliğe dönüşerek binlerce hektar üzerinde geri dönüşü olmayan ekolojik sakatlanmaya yol açıyor.
Siyanürlü maden işletmeleri, yerel halkın geçimlik ekonomisini, tarımsal üretimin koşullarını tahrip ediyor. Sınırlı sürede ve oldukça az sayıda sağlanan sözde istihdamla, proleterleştirilen maden işçileri, sağlıksız çalışma koşullarına, yoğun emek sömürüsüne, kirletilen havası, toprağı, suyuyla kendisi ve ailesi için sağlıksız yaşam koşullarına mahkûm ediliyor. Yani; ya kente gidip proleterleşeceksin ya da köyünde kalıp proleterleşeceksin! Öte yandan madenin ekonomik yaşamı ele geçirdiği yerlerde tarımda çalışan, evin ekonomik direğini oluşturan kadınların istihdam olanakları baltalanıyor, ekonomik yönden erkeklere bağımlı hale geliyorlar. Yaşamın her alanında topyekûn bir saldırı ve yıkım olduğu açıktır.
Polen Ekoloji Kolektifinin Haziran ayında yayınladığı raporda da yer aldığı gibi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın verilerine göre 2020 yılı başından bu yana Çevresel Etki Değerlendirme süreci devam eden 113 altın madeni projesi bulunuyor. Bunlardan 45’ine ‘ÇED gerekli değil’ kararı verilmişken, 18 proje için ‘ÇED olumlu’ kararı çıktı.
Bu projelere iki örnekle biraz daha yakından bakalım:
Şirket örneği olarak altın madenciliğinde gitgide tekelleşmeye başlayan Koza Altın’dan bahsedebiliriz: Yönetim Kurulu üyeleri FETÖ terör örgütü suçlamasıyla firar eden, kayyım yetkileriyle TMSF tarafından yönetilen, geçenlerde CB Kararı ile Varlık fonuna devredilerek Sayıştay denetiminden muaf tutulan Koza Altın İşletmelerinin 2020 yılı başından bu yana ÇED süreci devam eden 43 projesi bulunuyor. 19 proje için ‘ÇED gerekli değil’ kararı verilirken, 4’ü için ‘ÇED olumlu’ kararı çıktı. Koza Altın’ın 5 altın madeni işletmesi ülkenin farklı alanlarında faaliyete devam ediyor. Şirketin faaliyet raporunda, bölgesel yataklardan çıkan cevherleri işlemek için proses tesislerini merkezi olarak kullanma stratejisi izlendiği belirtiliyor. Bu kapsamda Ovacık, Çukuralan, Mastra, Kaymaz ve Himmetdede tesislerini merkeze alarak, bunların etrafında geniş bir coğrafyada altın arama ve işletme projeleri yoğunlaşıyor.
Kent örneği olarak madene kurban edilen Gümüşhane’yi verebiliriz. İl sınırları içinde devam eden 23 altın madeni projesi, kentin farklı ilçelerinden kazılarak getirilecek yüz binlerce ton cevherin zenginleştirmesini Mastra ve Midi madenlerinde yapmayı planlıyor. Gümüşhane yetmiyor, Giresun’daki projeler de buna ekleniyor.
ÇED süreci devam eden projelerin çoğunun mevcut altın madeni işletmelerine ait olduğu düşünülürse, Koza Altın ve Gümüşhane örneklerinde olduğu gibi bir yerde açılan ve siyanürle zenginleştirme tesisini kuran maden işletmesinin, fiziki çevresindeki geniş bir coğrafyayı cehennem çukuruna dönüştürmeden sahadan ayrılmaya niyeti olmadığını da görüyoruz.
Türkiye halkları için altın madenciliğinin 20 yılı aşkın sürede yol açtığı yıkımlar ortadadır. Bu haliyle bizler açısından altın madenlerinin kapatılması talebinin gerekçesi somuttur. Fakat, hükümet-şirketler açısından, Türkiye’nin potansiyelini henüz yeterince değerlendiremedikleri, var olan potansiyelin kazançlarını daha da artırabileceği düşüncesi hakimdir. Bu nedenle vazgeçmiyor, çıkarılan altını kısa vadede en az 2 kat artırma hedefleri kuruyorlar. Kapitalizmin sürekli krizleri, ekolojik krizi de süreklileştiriyor.
Tam da bu nedenle bugün ne yapacağız sorusuna cevap aramak için bu çalıştayda bir araya gelmiş bulunuyoruz. Elbette mücadele edeceğiz; mücadelemiz ya sistem içi bir çözüm yöntemiyle olacak ve kapitalizm, ekolojik ve toplumsal sakatlamalara, emek sömürüsüne, demokrasinin altını oymaya devam edecek; ya da mücadelemiz sistem dışı, kapitalizme karşı olacak ve kapitalizmi sakatladığımız, uygun dönüşümü yaratabildiğimiz oranda ekolojik kazanımlar elde etmeyi başaracağız.
Dönüşüm derken aslında radikal bir toplumsal bir dönüşüm ihtiyacından bahsediyoruz: çünkü emperyalist-kapitalist madencilik küresel ölçekte iş görür. Onun doruk noktası olan altın madenciliği ise yatırım ve finans çevreleriyle, spekülasyonlarla, değeri devamlı şişirilen altının uluslararası ve ulus ölçeklerinde tekel olmaya başlayan maden şirketleri tarafından en az maliyetle, en kısa sürede çıkarılıp, hammadde olarak pazarlanması için çalışır. Kapitalist sistemin devasa oranda artan üretim-tüketim talepleri ve uluslararası finans kuruluşlarının, kalkınma bankalarının, yatırım fonlarının hammadde ihtiyacı için ülkeler üzerinde kurduğu baskılar gitgide artıyor. Bu bağlamda altın madenciliği, sadece doğayı hoyratça gasp ederek bizlere bölünüp parçalanan, metalaştırılan bir doğa tanımını dayatmakla yetinmiyor. Devlet kurumları üzerinde baskı kurarak çevresel koruma mevzuatını kemiriyor, katılımcı demokratik süreçleri aşındırıyor, tüm değerleri parasal alana indirgeyerek adalet kavramını yozlaştırıyor, yerel halkın geçim olanaklarını, kültürel değerlerini tahrip ediyor, halkın meşru direnişlerini kolluk kuvvetlerinden destek alarak zorla bastırıyor ve açıkça insan hakları ihlallerine yol açıyor.
Bu toplumsal sakatlamalara karşı mücadelede etkili yöntem, emek mücadelesini ekoloji mücadelesinin merkezine yerleştirmekten geçecektir. Sermayenin bizlere dayattığı ‘ekolojik yaşam mı, istihdam mı?’ ikilemine boyun eğmeyeceğiz. Ekolojik yaşamı inşa ederek katılımcı-demokratik bir toplumda yaşamak, sağlıklı çalışma koşullarında istihdam üretmek pekâlâ mümkün.
Bu kapsamda bugün başlattığımız ‘‘Yaşam Altından Değerlidir’ kampanyası boyunca emek, sağlık, ekonomi, sosyal yaşam, diğer canlı türleri ve uluslararası örgütlenme boyutlarında çalışmalarla toplumsal dönüşüm ihtiyacını devamlı gündeme getireceğiz ve madenciliğin yıkımlarına karşı bütüncül mücadele verecek bir platformun da temellerini atacağız.
İki gün sürecek bu etkinliğimizin içeriğine kısaca göz atarsak; kampanya metnini paylaşarak bilgilendirme yapacağız ve bugüne kadar hazırlık sürecinde olan kampanyamızı basın açıklamamızla fiilen başlatacağız. Yuvarlak masa çalışmaları yaparak ve bu çalışmalarda olabildiğince somut örnekler üzerinde çalışarak, altın madenciliğine son vermek için eyleme geçirebileceğimiz çözüm yolları üreteceğiz. Gerçekleştirilecek panelde yine nasıl mücadele edeceğimize odaklanacağız.
Altın Madenlerinin ve siyanürle zenginleştirmenin doğaya verdiği zararlar apaçık ortada. Çalıştayın katılımcıları olarak sizler de bu yıkımları çok iyi biliyorsunuz. Bu nedenle bunları tekrarlamakla zaman kaybetmeyelim. Bu aşamada önemli olan ‘nasıl yapacağız?’ sorusuna cevap aramak:
– Farklı aşamalarda nasıl örgütleneceğiz? Maden projeleri olan bölgelerde yerel halkla nasıl ilişki kuracağız, çevre mücadelesinin zayıf olduğu illerde direnişi nasıl başlatacağız? Tüketimin özendirildiği, mega-madenciliğin meşrulaştırıldığı büyük illerde orta sınıflara nasıl ulaşacağız? Akademisyenleri, meslek odalarını, sendikaları, demokrasi mücadelesi veren örgüt ve platformları mücadelemize nasıl kazanacağız?
– Proje bazında, farklı coğrafyalarda ihale aşamasından başlayıp ÇED süreci boyunca devam edecek şekilde altın madeni projelerine karşı en etkili mücadeleyi nasıl vereceğiz? Bunun için bir model geliştirip, yaygınlaştırabilir miyiz?
– Basını ve sosyal medyayı kampanya boyunca en etkili şekilde nasıl kullanacağız?
– Küresel emperyalist-kapitalist madenciliğe son vermek için gereken dönüşümü nasıl sağlayacağız?
Değerli dostlar;
Bu anlamlı buluşmaya tekrar hoş geldiniz. Verimli bir çalıştay olmasını, kampanyamızın güçlü bir başlangıç yapmasını ve birliğimizi, eylemlerimizi, dayanışmamızı büyütmesini diliyoruz.
Çalıştay Hazırlık Komitesi