Söyleşi: Melike Aydın
Altın madeni projelerinin son yıllarda arttığını belirten Polen Ekoloji Enstitüsü’nden Çise Yıldız, hazırladıkları altın madeni raporu ışığında madencilik faaliyetlerine karşı bir kampanya başlatacaklarını duyurdu.
Polen Ekoloji Kolektifi bünyesinde faaliyet yürüten Polen Ekoloji Enstitüsü’nün “Altın Madenleri Kapatılsın: Siyanürle Ölümün Ekolojisi” başlığıyla yayınladığı rapor geçtiğimiz hafta yayınlandı. Türkiye’de altın madenlerinin durumunu ortaya koyan rapor hakkında konuşan Polen Ekoloji Enstitüsü Eşsözcüsü Çise Yıldız, denetimlerin ve verilerin şeffaf olmadığını, bir furya haline gelen madenciliğin halka zarar verdiğini ifade etti. Ekolojiyi önceleyen, antikapitalist ekonomi modellerinin uygulanması gerektiğinin altını çizen Çise, madencilik faaliyetlerine karşı bir kampanyayı örgütlemeyi amaçladıklarını belirtti.
‘Kampanya örgütlemeyi amaçlıyoruz’
Dünya genelinde en çok ekolojik yıkıma neden olan faaliyetin madencilikle gerçekleştirildiğini dile getiren Çise, Türkiye’de de son yıllarda spesifik olarak 12’nci Kalkınma Planı sonrasında yeni maden projelerinin duyuruya çıkarıldığını ifade etti. Ekolojik talan karşısında direnişlerin giderek arttığını dile getiren Çise, “Bir taraftan rıza üretmek için ‘kalkınma’ söylemi vurgulanırken diğer taraftan bürokratik alanda, hukuk alanında işlerin kolaylaştırıldığı, adeta ‘maden boş, buyurun’ dendiği bir süreçteyiz.
Biz de maden işletmeleri ne durumda bakalım dedik. ÇED süreci devam eden madenlerin hangi illerde yoğunlaştığını, madencilik faaliyetinin ne zararlar verdiğini görmek ve buna karşı bir kampanyayı örgütlemek amacıyla böyle bir çalışma yaptık” dedi.
‘Denetimler şeffaf değil’
Türkiye’de faal haldeki 22 altın madeninin neredeyse tamamının açık ocak sistemi ile ve siyanürle altın aradığını kaydeden Çise, bu yöntemin hızlı sonuç vermesi ve ekonomik olması nedeniyle tercih edildiğini belirtti. 2020-Nisan 2024 tarihleri arasında 123 altın maden projesi için ÇED süreçlerinin başlatıldığını ifade eden Çise, “Her geçen gün maden başvurularının arttığını, hatta bir furya haline geldiğini görüyoruz. Maden toz halinde bulunuyor ve toplanması için yüzlerce hektarlık alan katman katman kazılarak toplanıyor ve tonlarca topraktan altın siyanür gibi kirletici kimyasallarla ayrıştırılıyor. Ayrıca tonlarca su kullanılıyor. Çevreye çok ciddi riskler yarattığı için önlemler alınmasına dair yönetmelikler var, ancak nasıl denetlendiğini bilmiyoruz” ifadelerini kullandı.
‘Madenler ekolojiye zarar veriyor’
Önlem alınsa dahi toprağın kazılmasının canlı yaşamını yok ettiğini, kayaların dinamitle patlatılması ve toprağın ayrıştırılması esnasında çıkan tozun ve zararlı maddelerin havaya karıştığını, taşkınların yaşanabildiğini belirten Çise, “Çok zararlı toksik maddelerin toprağa karışmaması için kullanılan membranlar uzun vadede toprağa sızıyor, toprağın yapısını bozuyor ve yeraltı sularını zehirliyor. Her aşamasında havaya ve suya karışarak alanın yerleşim yerlerini, köyleri, ormanları ve canlıların yaşamını etkileyen, yok eden bir süreç. 10-15 yıllık çalışmanın ardından yüzyıllarca doğanın kendini toparlayamayacağı bir işlemden bahsediyoruz” sözlerini kullandı.
‘Halk bilgilendirilmiyor’
Bir maden projesi başladığında, bölgede yaşayan yurttaşlara olası tepkileri önlemek amacıyla olumlu bir iş yapılıyormuş gibi anlatıldığını, oysa yaşam alanlarına, su kaynaklarına, mera ve otlaklara yakın yerlerdeki maden sahalarına ÇED onayları verildiğini kaydeden Çise, “Bu süreç içinde halka siyanürün riskleri anlatılmıyor, nasıl önlem alınması gerektiği anlatılmıyor yani halk neyle yüz yüze olduğunu bilemiyor. Madenciliği yürütenler tarafından bilgi saklama, manipülasyon söz konusu” şeklinde konuştu.
‘Atıkların Hangi Firmalara Ait Olduğu, Nasıl Bertaraf Edildiği Açıklanmıyor’
TÜİK verilerine göre 2018’de yılda 11 milyon ton, 2020’de 26 milyon ton, 2023’de ise 28 milyon ton tehlikeli atık üretildiğini, yani 2018’den sonra atık miktarının iki katı kadar arttığını söyleyen Çise, bu atıkların hangi firmalar tarafından üretildiğine dair verinin kamuoyuna yansıtılmadığının altını çizdi. Çise şöyle devam etti: “Hangi bölgede nasıl bertaraf ediliyor konusunda da veri yok. Şeffaflık konusunda ciddi problemler söz konusu. En başından değerlendirilmeye alınmadığı için veri olarak yarattığı zararlar bizimle paylaşılmıyor. Ya da bunu yapabilen sivil tarafsız uzmanların katıldığı bir süreçten bahsedemiyoruz. Bu anlamda ciddi bir kapalılık söz konusu.”
‘Maden istihdam değil, katmerli sömürü getiriyor’
En düşük maliyetle en yüksek kârı sağlamak için mevzuatlara uyulmadığını ifade eden Çise, çalışanların da ucuz iş gücü olarak çalıştırıldığına dikkat çekti. Madenlerin istihdam vaatleriyle açıldığını ancak çok sınırlı bir istihdam alanı oluşturulduğunu belirten Çise şu sözleri kullandı: “İşçiler sürekli olarak sömürünün yanı sıra zehirli maddeleri soluyarak, yakınında kalarak etkileniyor, meslek hastalıkları ortaya çıkıyor. Tabi ki bir anda ortaya çıkmıyor. Yavaş yavaş zarar veren bir süreçle bu ölümü getiriyor. Maden maksimum 40 yıl açık kalıyor. Üstelik maden gittiğinde orada bütün ekonomik ilişkiler zarar görüyor. En başta maden projesi için acele kamulaştırma başlatıldığında kişilerin evleri, tarım arazileri, meraları ve geçim olanakları ortadan kaldırılması demek. Yerinden edilme ve mülksüzleşme söz konusu. Burada barınamaz hale gelen kişiler başka yerlere göç etmek zorunda kalıyor ve gittikleri yerlerde işçileşerek ucuz iş gücüne dönüşmesi söz konusu. Katmerli bir sömürü sarmalı şeklinde ilerliyor.”
‘Yoksullaşma arttı’
Madendeki istihdam alanlarından erkeklerin faydalanabildiğini ve tarım ile hayvancılığın bitmesiyle kadınların ekonomik olanaklarını kaybettiğine değinen Çise, madenin toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığı artıran bir etkisi olduğuna işaret etti. Çise, “Türkiye’de madencilikten sağlığın nasıl etkilendiğine dair bilinçli bir görünmezlik söz konusu. Ancak bunun hem çalışma sürecinde hem uzun vadede meslek hastalıklarına, madende çalışmasa bile solunum yolu hastalıkları gibi hastalıklara neden olduğunu biliyoruz. Bu da kadınların üzerindeki bakım yükünün artan hastalıklara bağlı olarak emeğinin artması demek oluyor. Diğeri de sosyal ilişkilerin bozulması, yoksullaşmanın artmasıyla zorlamayla gelen değişim sonucu hane içindeki kadınların hem fiziksel hem duygusal emeğinin artmasıdır. Ayrıca acele kamulaştırmalarda tapular çoğunlukla erkeklerin üzerinde olduğu için kadınlar tazminatların dışında bırakılıyor” ifadelerini kullandı.
‘Altına ihtiyaç yok’
Altının büyük oranda yatırım amaçlı, yüzde 35 oranında mücevherat yapımında kullanıldığını, diş hekimliği ve elektronik eşya gibi somut kullanımının ise yalnızca yüzde 7 olduğunu kaydeden Çise, “Tamamen sanal bir anlam taşımakta. Ekonomik düzenle alakalı. Borsada spekülasyon aracı veya yatırım aracı olarak kullanılan ekonomik düzen içinde alışkanlıklar var. Gerçekte yüzde 7 için altın madeni gerekmiyor, var olan altın geri dönüştürülerek bu ihtiyaç karşılanabilir. Küresel ölçekteki kapitalist kâr ilişkilerinde rol oynayan, altına önemli yer veren ekonomi modelinin önemi var ama şu an yapılması gereken mevcut altın madenlerinin kapatılmasıdır” ifadelerini kullandı.
‘Antikapitalist ekonomi gerekiyor’
Doğaya ciddi zararlar veren ekolojik faaliyetlerin kar güdüsünden kaynaklandığını paylaşan Çise, öncelikle kapitalist üretim ve tüketim ilişkilerinin değişmesi gerektiğine işaret etti. Yıkıcı bir üretim tüketim ilişkisinin dışına çıkan, kullanım değerini öne alan bir toplumsal planlamanın organize edilmesi gerektiğinin altını çizen Çise, “Çevreye zarar vermeyen, sürdürülebilir kalkınma, yeşil ekonomi gibi söylemlerden bahsetmiyoruz. Toplum olarak ihtiyaçlarımız neler, bunları nasıl karşılıyoruz? Kâr değil ihtiyaç temelinde doğayı ve emeği gözeten bir bakış açısının egemen olmasıyla sağlanabilir” dedi.
‘Mücadelenin olmadığı yerlerde ÇED de gerekmiyor’
Son yıllarda artan ÇED süreçlerine dair bürokratik ve hukuki zorlukların da ortadan kaldırıldığını belirten Çise, “Maden projelerinin, devam eden ÇED süreçlerinin önemli bir kısmı Karadeniz ve Ege bölgelerinde yoğunlaştığını, ÇED olumlu kararlarının ekoloji mücadelesinin yoğun olmadığı illerde daha yüksek oranda verildiğini görüyoruz. Niğde’de projelerin tamamına olumlu kararlar verilirken, Sivas’ta 6 projenin 4’üne olumlu karar veriliyor” diyerek ÇED kararlarına işaret etti.
‘Koza Altın’a kolaylık ve öncelik sağlanıyor’
Çise devamında, artan madencilik furyasının, Türkiye’nin kalkınma planlarını ve küresel ekonomilerdeki yerini madencilik üzerinden şekillendirmesiyle ilgili olduğunu söyledi. Çise, bu nedenle ülkenin topraklarını doğayı yok etmek pahasına maden şirketlerine açtığını belirtti. Belli şirket ve devlet ilişkileri içinde bazı maden şirketlerinin öne çıktığını, bunların başında da Koza Altın Şirketi olduğuna işaret eden Çise, “Şu an 123 ÇED sürecinin 49’u Koza Altın İşletmeleri’nin, 49 ÇED sürecinin 19’una ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararı verilmiş. Koza Altın, Bergama’daki direniş sürecinde sahneye çıkan, yıllar içinde el değiştiren ve şu an kimlerin ne kadar pay sahibi olduğuna dair açık bilgiye erişmenin zor olduğu bir şirket” diye kaydetti.
‘Örgütlenmek ve direnmek’
Yakın zamanda Polen Ekoloji Enstitüsü’nün ekolojik kazanımlar raporunun yayınlandığını ve bu raporda tüm baskılara ve hukuksuzluklara rağmen kazanımla sonuçlanan birçok yerel direnişin olduğunu ifade eden Çise, bir ölüm makinesine dönüşen maden ocaklarına karşı ciddi şekilde örgütlenmek ve direnmek gerektiğini vurguladı.